Geçen gün dene dedim kendime ; “uykuya yat, yaşamının beğenmediğin her yerini çiz, yok olsunlar”.
Uyudum, uyandım, çizdim… Uyudum, uyandım, çizdim… Çizilecek bir yer kalmadığında, kalanlara baktım. Uyuduğum günleri silebilmişim yalnızca. Annemden terlik yediğim günler, öğretmenimden tokat yediğim günler, sokak kavgalarım, aşklarım, parasız günlerim, gülücüklerim, gözyaşlarım… hepsi kalmış geriye silinmemişler.
Bunları uyanıkken yaşamışım. Onlar “BEN”’im. Onlar benim hayatım.
Yalnız, çocukluğum sordu, ne olmuş sana böyle? Nerede gençliğin? Ne yapmış benden aldıklarını, yok yok hor bakmış, korumamış saçlarını. Ya gözlerin, nerede benden aldığın gözlerin. Kömür karası saçların devamı gözlerini saklamış bir çerçevenin ardına. Yok yok iyi bakmamış bu orta haline.
Kalakaldım boynu bükük.
Sonra geceye geldim, geceyle arkadaş oldum, koynunda kıvrıldım, başımı koydum göğsüne öylece ağladım. Hep gençliğim çocukluğumla, çocukluğum gençliğimle dalaştı durdu. Bir o bağırdı, bir öbürü. Öylece bakakaldım. Öylece ağladım. Yalnızca gece duydu, yalnızca karanlık.
Uçup gidiyor tüm güzel insanlar. Gidiyorlar bizi terk ederek öksüze. Nerede Barış Manço, nerede uzun saçları, kaytan bıyıkları, nerede parmakları, nerede “gül pembe”… Nerede güzel insanlar?
Yaşadıklarımız, acılarıyla, sevinçleriyle, heyecanlarıyla, korkularıyla bizim. Benimki benim, seninki senin. Kimse yaşadıklarımı benden alamaz. Kimse kimseden ödünç hayatlar alamaz.
Yaşayabilir misiniz aynı anı yeniden ? Yani Kezban ile aynı yerde, aynı aşkı yaşayabilir misiniz yeniden? Kezban için aynı kalp ağrılarını, aynı heyecanı yaşayabilir misiniz yeniden. Kezban için aynı şarkıları söyleyebilir misiniz yeniden? Peki ya Kezban, aynı yerde sizi bekliyor mu?
Kezban üç çocuk anası. Siz emekli olmuşsunuz çoktan. Hipermetrop gözlüğünüz olmadan gazete okuyamıyorsunuz. Yürürken rüzgardan uçacak diye korkup ayaklarına ağırlıklar bağladığınız Kezban’ın narin vücudu, şimdilerde ayaklarına işkence ediyor. Gözlerinin altı çukurlaşmış. Saçlarının, kömür karası olduğu, savurduğunda suyun dağlardan dans ederek uçuşu , rüzgarda sallanan tahnal ağacının dalları gibi süzüle süzüle yüzüne düştüğü günleri yaşayabilir misin yeniden?
Ya Kezbanlar sizler? Selvi gibi boyu ve klark bıyıklarıyla, tuttuğunda taşı sıkacak kadar güçlü Hasan’lar neredeler? Bıraktığınız yerde duruyorlar mı? Ya da yanı başınızdalarsa, kamburlaşmış omuzları, kırışık alınları, beyazlamış ya da hiç kalmamış saçlarıyla, sigaradan sararmış ya da kalmamış dişleriyle sizleri eskisi kadar heyecanlandırıyorlar mı?
Yaşamak, yaşamak, yaşamak… Anı yaşamak. Bir an gelecek anları da arayacağız. Bir an gelecek ansız kalacağız, dünyayı terk edeceğiz.
Zulüm, hırs, talan, kavgalar, savaşlar… ne zaman yok olacak? Ne zaman galip gelecek sevgiler? Ne zaman herkesi, her şeyi seveceğiz? Ne zaman herkesin adı sevgi olacak?
Sahi siz hiç SEVGİ ile ay ışığında lüfer ızgarası yediniz mi?
Bülent Çapar
Comments